Bulut Üzerine Okul İnşa Etmek

0 Shares
0
0
0

Translated by Fatos Husmenoglu
Reviewed by Banu Yobas

00:13

Öğrenmenin gelecekte konumu ne olacak?

00:18

Bu konuda benim bir planım var. Fakat bu planın ne olduğunu anlatmam için size ortama zemin hazırlayan küçük bir hikaye anlatmam gerekiyor.

00:29

Okulda öğrendiğimiz tarzda eğitimin olduğu yöne bakmaya çalıştım. Bu eğitim anlayışı nereden geldi? Ve geçmişe, çok eskilere bakabilirsiniz, fakat günümüzdeki öğretimin haline bakacak olursanız nereden geldiğini anlamak hiç de zor değil. 300 yıl önce, dünyadaki son ve en büyük imparatorluklardan biri olan Büyük Britanya’da ortaya çıktı. Bir gösteriyi tüm gezegeni bilgisayar olmadan, telefon olmadan elle kağıt parçalarına yazılan bilgilerle ve gemilerle seyahat ederek yönetmeye çalıştığınızı hayal edin. Viktoryan dönemindeki insanlar bunu gerçekten başardı. Yaptıkları şey hayranlık uyandırıcıydı. İnsanlardan oluşan küresel bir bilgisayar yarattılar. Aslında bugün bu hala bizimle. Adı da bürokratik yönetim makinesi. Bu makineyi çalıştırmak için çok ama çok insana ihtiyacınız var. Bu insanları üretebilmek için başka bir makine daha yarattılar. okul. Okullar daha sonra bu bürokratik yönetim makinesinin parçaları olacak insanları üretecekti. Birbirileriyle aynı olmalıydılar. Üç şeyi kesinlikle bilmeleri gerekiyordu. Güzel el yazıları olmalıydı, çünkü bilgi el yazısıyla aktarılıyordu; okuyabilmeleri gerekiyordu; ve zihinden çarpma bölme, toplama ve çıkarma yapabilmeleri gerekiyordu. O kadar benzer olmalıydılar ki Yeni Zellanda’dan birini alıp Kanada’ya gönderdiğiniz zaman anında işe yarar olmalıydı. Viktoryanlar harika mühendislerdi. Öylesine dirençli bir sistem inşa ettiler ki bu sistem bugün hâlâ bizimle durmaksızın, artık var olmayan bir makine için birbirinin eşi insanlar üretiyor. İmparatorluk bitti. Peki, birbirine benzer insanlar üreten bu tasarımla ne yapıyoruz? ve şayet bu tasarımla yapılabilecek başka bir şey varsa onunla bundan sonra ne yapacağız?

02:56

[” Bildiğimiz halleriyle okulların modası geçti”]

02:57

Bayağı iddiali bir yorum. Ben şimdi bildiğimiz halleriyle okulların modası geçti dedim. Bozuk olduklarını söylemedim. Eğitim sisteminin bozuk olduğunu söylemek modaya daha uygun. Aslında bozuk değil. Harika bir şekilde inşa edilmiş. Sadece artık onlara ihtiyacımız yok. Hükmü kalmadı. Bugün ne tarz işler mevcut? Katipler artık bilgisayarlar. Her ofiste binlerce var. ve üstelik bu bilgisayarlara yol gösteren ve onların katiplik işlerini yapmasını sağlayan insanlar var. Bu insanların güzel yazı yazma yeteneklerinin olmasına gerek yok. Zihinden sayıları çarpabilmeye de ihtiyaç duymazlar. Okuyabilir olmaları gerekli. Aslında sezerek okuyabilmeleri gerekiyor.

03:43

Peki, bu bugünkü durum, ama geleceğin mesleklerinin neye benzeyeceğini bile bilmiyoruz. Bildiğimiz şey, insanların istedikleri yerden istedikleri zaman, istedikleri şekilde çalışabilecekleri. Günümüdeki öğretim bu insanları böyle bir dünyaya nasıl hazırlayacak?

04:01

Ben tüm bu olayın içine tamamen kazara daldım. İnsanlara bilgisayar programları yazmayı öğretiyordum, 14 yıl önce, Yeni Delhi’de. Çalıştığım yerin dibinde gecekondu mahallesi vardı. Ve düşünürdüm, buradaki çocuklar nasıl olacak da bilgisayar programı yazmayı öğrenecekler? Yoksa zaten öğrenmemeliler mi? Diğer bir yandan, bir sürü zengin, bilgisayarı olan aile “Biliyor musunuz, benim oğlum, Çok yetenekli, çünkü bilgisayarda harika şeyler yapabiliyor. Ve kızım– kesinlike süper zeki” deyip duruyordu. Ve bunun gibi bir sürü şey daha. Aniden nasıl olur da bu zengin insanlar bu çok yetenekli çocuklara sahip oluyorlar anladım. (Kahkahalar) Fakir insanlar nerede hata yaptı? Ofisimle gecekondu mahallesi arasındaki duvarda bir delik açtım, ve deliğin içine bir bilgisayar koydum hiç bilgisayarı olmamamış,İngilizce bilmeyen İnternetin ne olduğunu bilmeyen çocuklara bir bilgisayar verirsem ne olacağını görmek için.

05:06

Çocuklar koşarak geldiler. Yerden 1 metre yüksekteydi, ve “Bu ne?” diye sordular.

05:09

Ve ben de “Evet, bu, ben de bilmiyorum.” dedim. (Kahkahalar)

05:14

“Bunu neden buraya koydun?” diye sordular.

05:16

“Öyle işte.” dedim.

05:18

“Dokunabilir miyiz?” diye sordular. “Eğer isterseniz.” dedim.

05:21

ve uzaklaştım. Yaklaşık sekiz saat sonra, onları internette dolaşırken ve birbirilerine bunu nasıl yapacaklarını öğretirken bulduk. “Şey, bu imkansız, çünkü– dedim. Nasıl olabilir? Hiç bir şey bilmiyorlar.”

05:34

İş arkadaşım “Hayır, bunun basit bir açıklaması var. Oradan geçen öğrencilerden bir tanesi fareyi nasıl kullanacaklarını göstermiş olmalı.” dedi

05:42

Ben de “Evet, mümkün.” dedim.

05:43

Ardından bu deneyi tekrarladım. Delhi’den 480 km uzağa ücra bir köye Software yazılım mühendisinin geçme şansının çok düşük olduğu bir yere gittim. (Kahkahalar) Deneyi burada tekrarladım. Kalacak bir yer olmadığından bilgisayarımı orada bırakıp, uzaklaştım, birkaç ay sonra geri döndüğümde çocukların bilgisayar oyunu oynadığını gördüm.

06:05

Beni gördüklerinde, “Daha hızlı bir işlemci ve daha iyi bir fare istiyoruz” dediler.

06:09

(Kahkahalar)

06:13

Ben de “Nasıl olur da tüm bunları bilebilirsiniz?” diye sordum.

06:16

Ve bana çok ilginç bir şey söylediler. Rahatsız edici bir ses tonuyla “Bize bir makine verdin ama o yalnızca İngilizce’yle çalışıyor bu yüzden biz de kullanmak için kendimize ingilizce öğretmek zorunda kaldık.” dediler. Bir öğretmen olarak ilk kez “kendimize öğrettik” sözünü bu kadar doğal bir şekilde kullanıldığını duydum.

06:36

Bu yıllarla ilgili kısa bir bakış. Duvardaki deliğin ilk günü. Sağınızdaki sekiz yaşında. Solundaki ise onun öğrencisi. Altı yaşında. ve ona bilgisayarda nasıl gezileceğini öğretiyor. Ülkenin diğer bölümlerinde, Bu deneyi bir sürü kez sürekli birebir aynı sonucu alarak tekrarladım. [“Hole in the wall film- 1999”] Sekiz yaşında olan büyük ablasına ne yapması gerektiğini söylüyor. Son olarak bir kız Marathi dilinde bunun ne olduğunu açıklıyor. ve “İçinde işlemci var.” dedi

07:26

Ben de bunu yayınlamaya başladım. Her yerde yayınladım. Yazıp çizip her şeyi ölçtüm, ve bir grup çocuk herhangi bir dilde çalışan bir bilgisayarla baş başa bırakıldığında dokuz ay içinde Batıdaki herhangi bir sekreterin olduğu seviyeye ulaşacaktır dedim. Bunun olduğunu defalarca gördüm.

07:45

Fakat daha da merakladım, eğer bunu başarabiliyorlarsa başka neleri yapabilirlerdi? Diğer konularda da deneyler yapmaya başladım. Örneğin telafuz bunlardan biri. Güney Hindistan’da İngilizce telafuzları çok kötü olan bir çocuk topluluğu var. ve düzgün bir telafuzları olmalı çünkü bu mesleklerinde gelişmelerini sağlayacaktı. Onlara konuşmayı yazıya çeviren bir bilgisayar verdim, ve “Söylediklerinizi yazana kadar konuşmaya devam edin.” dedim. (Kahkahalar) ve dediğimi yaptılar, şunu biraz izleyelim.

08:21

Bilgisayar: Tanıştığımıza sevindim. Çocuk: Tanıştığımıza sevindim.

08:27

Sugata Mitra: Oradaki bu genç bayanın yüzünde durdurmamın sebebi çoğunuzun bu genç kızı tanıyor olduğunuzdan şüphelenmem.. Hyderabad’da bir çağrı merkezinde çalışıyor. ve belki size kredi kartı borçlarınız hakkında çok anlaşılır bir ingiliz aksanıyla işkence etti.

08:46

Ardından insanlar, peki, nereye kadar gidecek bu? dediler. Nerede duracak? Kendi argümanımı saçma bir öneriyle çürütmeye karar verdim. Bir hipotez yarattım, komik bir hipotez. Tamil bir güney Hindistan dili, ve dedim ki Güney Hindistan köylerinde Tamil dili konuşan çocuklar ingilizce DNA kopyalama biyoteknolojisini köşede duran bir bilgisayardan öğrenebilirler mi? ve dedim ki ” Bunu ölçeceğim. Büyük ihtimalle sıfır alacaklar. Birkaç ay geçireceğim, Bilgisayarı orada bir kaç aylığına bırakacağım, Geri döneceğim ve yine hiç bir şeyin olmadığını göreceğim. Laboratuvara geri dönüp, öğretmenlere ihtiyacımız var, diyeceğim. Güney Hindistan’da Kallikuppam adında bir köy buldum. Duvara yerleştirilen bilgisayarlardan koydum. DNA kopyalama hakkında internetten her türden bir sürü şey indirdim bir çoğunu ben bile anlamadım.

09:37

Çocuklar aceleyle gelip “Tüm bunlar nedir?” dediler.

09:40

Ben de “Bu çok önemli güncel bir konu ama hepsi İngilizce.” dedim.

09:45

Onlar da “Biz bu uzun İngilizce kelimeleri ve diyagramları, kimyayı nasıl anlayacağız?” diye sordular.

09:51

Şuana kadar bir pedagojik metod geliştirmiştim. ve bunu uyguladım. “Hiç bir fikrim yok.” dedim. (Kahkahalar) “Her neyse, ben gidiyorum.” (Kahkahalar)

10:07

Ve böylece onları birkaç aylığına terk ettim. Sıfır alacaklardı. Onlara bir test vermiştim. İki ay sonra geri geldim. Çocuklar toplanarak “Hiçbir şey anlamadık.” dediler.

10:18

Ben de” Ne bekliyordum ki, sanki.” dedim. “Tamam, peki bir şey anlayamayacağınıza karar vermeniz ne kadar sürdü?” diye sordum.

10:27

Onlar da “Henüz vazgeçmedik.” dediler. Her gün gelip bakıyoruz.”

10:31

“Ne? Ekrandaki hiçbir şeyi anlamıyorsunuz ve buna rağmen iki aydır ona bakıp duruyor musunuz? Ne için?”

10:36

Şuanda gördüğünüz küçük kız elini kaldırıp kötü bir İngilizce ve Tamil dilinde “Düzensiz DNA molekülü dizilimlerinin hastalığa sebep olmasından başka hiçbir şey anlamadık.” dedi.

10:49

(Kahkaha) (Alkış)

10:55

Ben de onları test ettim. Eğitimsel bir imkansızlıkla karşılaştım. 0’dan yüzde 30’lara tropik sıcağında iki ay içinde ağaç altında bilmedikleri bir dildeki bilgisayarla kendi zamanlarından onlarca yıl ötesinde bir bilgiye ulaşmışlardı. Olanaksız. Ama Viktoryan standartlarını takip etmeliyim. Yüzde otuz başarısızlık demektir. Onların geçmesini nasıl sağlayabilirdim? Yüzde 20’lik bir artış nasıl sağlanabilirdi? Bir öğretmen bulamadım. Bulabildiğim tek kişi eskiden muhasebeci olan 22 yaşında her zaman onlarla oyun oynayan bir kızdı.

11:32

Böylece, kıza “Onlara yardım edebilir misin?” diye sordum.

11:34

“Kesinlikle hayır, Okulda fen dersi almadım. Sabahtan akşama kadar o ağacın altında ne yaptıklarına dair hiçbir fikrim yok. Sana yardım edemem.” dedi.

11:44

Ben de “Sana ne diyeceğim, büyükanne yöntemini kullan.” dedim.

11:49

“O nedir?” dedi.

11:50

“Arkalarında dur.” dedim. Ne zaman bir şey yapsalar, “Ooo, bunu nasıl yaptınız?” diye sor. Diğer sayfada ne varmış, Tanrım ben sizin yaşınızdayken bunların hiç birini yapamazdım.” de. Büyükannelerin ne yaptığını bilirsin.

12:02

İki ay boyunca söylediğimi yaptı. Puanları yüzde 50’ye yükseldi Kallikuppam, Yeni Delhi’deki kontrol grubumla beraber eğitimli bir biyoteknoloji öğretmeni olan özel bir okul seviyesini yakaladı. Bu grafiği gördüğümde, bu durumu eşitlemenin bir yolu olduğunu biliyordum.

12:20

İşte Kallikuppam.

12:22

(Çocuklar konuşuyorlar) Nöronlar … iletişim.

12:30

Kamera açısı yanlış, bunlar amatör işi biraz, fakat söylediği şey, anlayabildiğiniz üzere, nöronlar hakkındaydı. Ellerini böyle yaparak nöronların iletişimini anlatıyor. 12 yaşında.

12:45

Peki meslekler neye benzeyecek? Günümüzde nasıl olduklarını biliyoruz. Öğrenme nasıl olacak? Günümüzde nasıl olduğunu biliyoruz, çocuklar bir ellerinde cep telefonu diğer elleriyle de kitap tutmak için isteksizce okula gidiyorlar.

13:00

Yarın nasıl olacak? Okula hiç bir şekilde gitmek zorunda kalmayacağımız, bir durum olabilir mi? Öğrenmek istediğin şeyi iki dakika içinde öğrenebileceğin bir noktaya gelmek mümkün mü? Acaba — yıkıcı bir soru, Nicholas Negroponte tarafından, bana uyarlanarak sorulmuş bir soru. Acaba bizler bilmenin modasının geçmiş olacağı bir geleceğe doğru mu gidiyoruz? Fakat bu korkunç. Bizler homo sapiensiz. Bilmek, bizi maymunlardan ayıran şey. Ama şu şekilde bakın. Doğanın maymunları ayağa kaldırıp Homo sapiense dönüştürmesi 100 milyon yıl aldı. Bilmenin eskide kalması yalnızca 10,000 yıl sürdü. Ne kadar büyük bir başarı. Ama bunu kendi geleceğimizle bütünleştirmeliyiz.

13:54

Cesaretlendirme işin anahtarı gibi duruyor. Kuppam’a bakarsanız, yaptığım tüm deneylere bakarsanız Sadece “Ooo” demek, öğrenmeye selam duruyor

14:08

Burada nörolojiden bir kanıt var. Beynimizin tam ortasında olan sürüngen beyin kısmı tehdit edildiğinde diğer her şeyi kapatıyor. Ön frontal korteksi, öğrenmenin olduğu kısmı hepsini kapatıyor. Ceza ve sınavlar tehdit olarak görülüyor. Çocuklarımızı alıp beyinlerini kapattırıyoruz ve ardından da “Yap.” diyoruz. Neden böyle bir sistem yarattılar? Çünkü gerekliydi. İmparatorluklar döneminde bir çağ vardı o zamanda tehdit altında hayatta kalabilen insanlara ihtiyaç vardı. Çukurda tek başına durduğunda hayatta kalabilirsen, iyisin, geçtin. Yapamazsan, başarısızsın. Fakat İmparatorluklar Dönemi bitti. Dönemimizdeki yaratıcılığa ne oldu? Bu dengenin değişmesine ihtiyacımız var. tehditten keyfe dönüşmeli.

15:08

İngiliz büyükanneler aramak üzere İngiltere’ye döndüm. Şunları söylediğim notlar ve kağıtlar yayımladım; İngiliz bir büyükanne iseniz, internetiniz ve web kameranız varsa haftada bir saatinizi ücret beklemeden bana ayırabilir misiniz? İlk iki hafta 200 tane cevap aldım. Evrendeki herkesten daha çok İngiliz büyükanne tanıyorum. (Kahkahalar) Onlara Büyükanne Bulutu deniyor. Büyükanne bulutu internette bulunuyor. Eğer bir çocuğun sorunu varsa bir büyükanneyle görüştürüyoruz. Skype’la ya da buna benzer bir şey yoluyla sorunları çözüyor. Onların İngiltere’nin kuzeybatısındaki Diggles adlı bir köyden 9700 km uzakta Hindistan’daki Tamil Nadu’nun içlerindeki köye yaptıklarına şahit oldum. Sadece bir tane yaşlı insan mimiği kullanarak yapıyordu. “Şşşşt.” Tamam?

16:02

Bunu izleyin.

16:03

Büyükanne: Beni yakalayamazsın. Sen söyle. Beni yakalayamazsın.

16:11

Çocuklar: Beni yakalayamazsın.

16:14

Büyükanne: Ben Zencefelli Adam. Çocuk: Ben Zencefilli Adam.

16:20

Büyükanne: Aferin! Çok iyi.

16:24

SM: Burada ne oluyor? Burada bakacağımız nokta öğrenmeye eğitimsel kendini örgütlemenin bir ürünü olarak bakmak. Eğer eğitim sürecinin kendini örgütlemeyle olmasına izin verirseniz öğrenme gerçekleşir. Konu öğrenmenin meydana gelmesi değil. Konu meydana gelmesine imkân verilmesi. Öğretmen işlemi harekete geçirecek ve sonra arkasına yaslanacak ve öğrenmenin gerçekleşmesini izleyecek. Bence tüm bunlar buna işaret ediyor.

16:57

Peki nasıl biliyoruz? Bildiğimizi nasıl idrak ediyoruz? Öz denetimli Öğrenme Ortamı yaratmaya karar verdim. Basitçe, geniş kapasiteli ağ bağlantısı, işbirliği ve cesaretlendirmenin bir araya gelmesiyle oluşuyor. Bunu bir sürü okulda denedim.

17:13

Dünyanın her bir yanında, geri çekilip “Bu şimdi kendiliğinden mi oluyor?”diye soran öğretmenlerle birlikte denedim.

17:19

Ve ben de “Evet kendiliğinden oluyor.” dedim. “Bunu nasıl biliyorsunuz?”

17:22

“Bunu bana hangi çocukların öğrettiğine ve o çocukların nereli olduğuna inanamayacaksınız.” dedim.

17:28

Gördüğünüz SOLE ( öz-disiplin ortamında öğrenme ortamı)

17:31

(Çocuk konuşuyorlar)

17:37

Bu İngiltere’de. (ufak erkek çocuğu kastederek) O adaleti ve düzeni sürdürüyor. çünkü hatırlayın etrafta öğretmen yok.

17:58

Kız: Elektronların toplamı protonların toplam sayısına eşit değil– SM: Avusturalya Kız: — ona net pozitif vererek negatif elektrik yükü elde edilir. Bir iyondaki net yük iyondaki proton sayısı eksi elektron sayısına eşittir

18:15

SM: Zamanının çok ötesinde.

18:18

Bence SOLE ‘de büyük soruların olduğu bir eğitim programına ihtiyacımız var. Bunu duydunuz ne anlama geldiğini biliyorsunuz. Taş Devrinde kadınlarla erkeklerin yan yana oturup gökyüzüne baktıkları ve ” Bu parlayan ışıklar ne?” diye sordukları zaman vardı. Onlar ilk öğrenim programını geliştirdiler fakat biz bu harika soruların izini kaybettik. Bir köşenin tanjantına indirgedik. Ama bu yeterince çekici/seksi değil. Bunu dokuz yaşında birine anlatırken şöyle söylersiniz , “Eğer bir meteroid Dünya’ya çarpmaya geliyorsa çarpıp çarpmayacağını nasıl anlarsın? ve eğer “Ehm, ne , nasıl? derse “Sihirli bir kelime var. Bir açının tanjantı deniyor,” deyip onu yalnız bırakırsınız. Ne olduğunu anlayacaktır.

19:03

SOLE’lardan bir kaç görüntü var. Dokuz yaşındakilere inanılmaz, inanılmaz sorular sordum– “Dünya ne zaman başladı? Nasıl bitecek?”– Bu havayı içimize çektiğimizde ne olur hakkında Bu hiç bir öğretmen olmadan çocukların yaptığı bir şey. Öğretmen sadece soruyu soruyor, ve ardından geri çekilip cevaplara hayran oluyor.

19:33

Peki, benim dileğim ne? Benim dileğim öğrenmenin geleceğini tasarlamak. Harika bir insan bilgisayarı için yedek parçalara ihtiyacımız yok, değil mi? Öğrenmenin geleceğini tasarlamalıyız. Ve bende de –bekleyin, bunu kesinlikle doğru şekilde ifade etmeliyim, çünkü biliyorsunuz bu çok önemli. Benim dileğim öğrenmenin geleceğini dünyanın her yerindeki çocukların, meraklarını arttırarak ve birlikte çalışma yeteneklerini destekleyerek tasarlamaya yardım etmek. Bu okulu inşa etmem için bana yardım edin. Adı Buluttaki Okul olacak. Öyle bir okul ki çocuklar bu entelektüel maceralarına arabulucuları tarafından sorulan büyük soruların yönlendirmesiyle devam edecekler Bunu, bu tarz çalışmalar yapabileceğim bir tesis inşa ederek gerçekleştirmek istiyorum. Neredeyse insanı olmayan bir tesis. Sadece sağlık ve güvenlikle ilgilenecek. bir büyükanne olacak. Geri kalan bulut sağlayacak. Işıklar bulut tarafından açılıp kapanacak. vs., vs., her şeyi bulut yapacak.

20:39

Fakat size başka bir sebeple ihtiyacım var, Sizler de Kendini Örgütleyen Öğrenme Ortam’ları oluşturabilirsiniz. evde, okulda, okul dışında, kulüplerde. Yapması çok kolay. TED tarafından üretilen ve nasıl yapmanız gerektiğini söyleyen harika bir belge var. Eğer isterseniz lütfen, lütfen yapın beş kıta üzerinde. ve bana bilgileri yollayın. ben de hepsini bir araya getirip Buluttaki Okul’a taşıyayım. böylece öğrenmenin geleceğini yaratalım. Bu benim dileğim.

21:11

Ve son bir şey. Sizi Himalayaların tepesine götüreceğim. Havanın inceldiği, 3657m yüksekliğe. Bir keresinde duvara sabitlenen iki bilgisayar yaptım, ve çocuklar oraya üşüştü. Ve beni takip eden küçük bir kız vardı.

21:25

“Biliyorsun, herkese, her çocuğa bir bilgisayar vermek istiyorum. Bilmiyorum, ne yapmalıyım?” diye sordum. Sessizce fotoğrafını çekmeye çalışıyordum.

21:36

Elini şu şekilde kaldırıp bana şunu dedi, ” Devam et.”

21:42

(Kahkaha) (Alkış)

21:54

Bence güzel bir tavsiyeydi. Tavsiyesini dikkate alacağım. Konuşmamı bitiriyorum. Teşekkürler. Çok teşekkürler. (Alkış) Teşekkür ederim. Teşekkürler. (Alkış) Çok teşekkür ediyorum. Oooo. (Alkış)

0 Shares
Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir